17 Eylül 2009 Perşembe

Şov'a maalesef 3 puan yok!!..



Turkcell Süper Lig’de 2008-2009 sezonunu şampiyon olarak tamamlayarak ülkemizi Uefa Şampiyonlar Ligi’nde temsil etmeye hak kazanan Beşiktaş, Devler Arenası’ndaki ilk sınavını Bjk İnönü Stadı’nda İngilizlerin, oynadığı futbolla rakiplerine korku salan dünyaca ünlü takımı Manchester United’a karşı verdi.

Maçın başından sonuna kadar rakibiyle dişe diş ve kora kor mücadele etmesine rağmen kadro kalitesinin açıkça ortaya çıkması sonucunda kendi saha ve seyircisi önünde pek çoğunun ellerini ovuşturarak beklediği ama maçın hakkı olmayan bir mağlubiyet aldı Siyah-Beyazlılar. Böylelikle lig’deki kaostan çıkmak için bir fırsat gözüyle bakılan Avrupa yolculuğu da kötü ve tatsız başlamış oldu. Bu maç hakkında tabiki de yazılacak ve söylenecek çok şey var ama ben İngilizlerin bile anlatmaya kelime bulamadıkları Beşiktaş taraftarının büyüklüğünden bahsetmek istiyorum. Bir taraftar topluluğu ki saatler öncesinden stada gelerek böyle bir tarihi güne tanıklık etmek için tribünlerdeki yerlerini aldılar. Yeni bir Barcelona ya da Liverpool zaferini yaşamak isteyen Siyah-Beyazlı yürekler takımlarına duydukları inancı ve güveni göstermek için ne gerekiyorsa yaptılar. Bu takım da her ne kadar kötü sonuçlar almış olsa da istediği ve inandığı takdirde rakip Avrupa devleri bile olsa neler yapabileceğini herkese göstermişti. Hakemin başlama düdüğüyle maç başladı. Korkulanın aksine Manchester United çok durağan bir futbol oynuyor, adeta gardını almış bir boksör izlenimi uyandırıyordu. Beşiktaş da rakibine üstünlük kuramıyordu ancak yine de rakibini sağlı-sollu küçük küçük yumruklarla yokluyordu. Açıkçası maç ortada gidiyordu ve ilk yarı bu havada bitti. Deyim yerindeyse dağ fare doğurmuş, Kırmızı Şeytanlar’dan futbol ve gol şov bekleyenler avuçlarını yalamıştı.

İkinci yarı da aynı havada başladı. Maç, kıran kırana bir mücadeleye sahne olsa da oynanan futbol bir türlü vasatı aşamıyordu. Beşiktaş, final paslarındaki yanlış tercihler ve acemice yapılan son vuruşlar yüzünden girdiği nadir pozisyonları golle sonuçlandıramıyordu. İngiliz ekibiyse kendini fazla sıkmıyor ancak yine de Beşiktaş’a karşı üstündeki tedirginlik ve ürkekliği atamamış izlenimi uyandırıyordu.

Tam maç bu havada giderken uyuyan Beşiktaş’ı uyandırmak için devreye girme gereği hissetti Siyah-Beyazlı tribünler. Öyle bir giriş yaptılar ki bir an için herkes Liverpool maçındaki ruhun ortaya çıkacağına inanmaya başladı. O nasıl bir ahenk ve nasıl bir uyumdur ki Sir Alex Ferguson bile tek kelimeyle küçük dilini yuttu. Beşiktaş’ın cesur kalbi Çarşı’nın (Nur içinde yat, Kazım Kanat) kapalı’dan başlattığı fırtına bir anda tüm stadı etkisi altına aldı. Sadece statla da sınırlı kalmadı, televizyon başında maçı izleyen milyonlarda bu coşkunun büyüsü altına girdiler. 77. dakikada yenen talihsiz gole rağmen tribünler bir an olsun ümitsizliğe kapılmadı. Maçın bitiş düdüğü çalana kadar ümidin kesilmemesi gerektiğinin bilincinde var güçleriyle, boğazlarını yırtma pahasına yeni bir desibel rekoruna ulaşmaya kararlı bir biçimde tribünden yapılması gereken her şeyi yaptılar. Ancak tribünden yükselen coşkunun ve inancın ateşi sahadaki 11 Kartal’ı uyandırmaya yetmedi ve maç 0-1 konuk ekibin üstünlüğüyle sona erdi.

Yapılan bu tribün şovu bir kez daha gösterdi ki dünyanın en ateşli taraftar topluluğuna sahip olsan da, desibel rekoru kırsan da, dünyayı kendine hayran bıraksan da eğer sahadaki takım bir türlü istenilen ve beklenen performansı ortaya koyamıyorsa her şey boş. Birkaç sene önceki Tottenham Hotspur maçında da kelimenin tam anlamıyla Çarşı, tüm dünyaya taraftar nasıl olunur onun dersini vermişti. Yapılması gereken her şeyi fazlasıyla yapmıştı ancak gerek Jean Tigana’nın hatalı tercihleri, gerek Beşiktaş’ın o gün çok kötü bir futbol oynaması sonucunda bu zor maç 0-2 kaybedilmişti.

Sonuçta, günümüz futbolu gerçekten fazlasıyla acımasız ve rakip kim olursa olsun elinden gelen mücadeleyi sergilemekle kalmayıp, gerektiğinde maksimum’unun da üstüne çıkman gerekiyor çoğu zaman. Yoksa hiç bir takım, ‘’Vay, bu takımın taraftarı çok büyük. Bu maçı kaybedelim.’’ demez. Eğer, böyle bir durumun gerçekleşme ihtimali olsaydı, Barcelona, Manchester United ve Real Madrid gibi takımlar büyük takım olmazdı. Bu takımlar taraftar grupları göz önünde bulundurulduğunda ilk 10’a giremezler. Oynadıkları tüm maçları dolu tribünler önünde oynamalarına rağmen bu takımların maçlarına gelenler bir takım taraftarından çok tiyatro ya da opera seyircisi izlenimi uyandırıyorlar. Ancak burada sözünü ettiğim takımlar o kadar iyi takımlar ki ciddi bir taraftar desteğine ihtiyaç duymadan da işlerini görüyorlar. Müzelerindeki sayısız kupalarda bunun açık bir göstergesi olarak önümüzde duruyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder