10 Ekim 2011 Pazartesi

Türk milli takımının geleceği

Açıkçası Türk milli takımının geleceği açısından çok umutlu olduğumu söyleyemeyeceğim. Büyük umutlarla takımın başına getirilen Hollandalı teknik adam Guus Hiddink yönetiminde Türkiye bir arpa boyu yol gidemedi. Aksine her geçen gün ortaya konan futbol daha da kötüleşti ve takım olarak her bakımdan (kondisyon, mücadele ve taktik) geriye gittik. Son milli maçlara bakıldığı zaman ''Yenildik ama olsun. En azından çıkıp çok iyi mücadele ettik'' denebilecek tek bir maç bile oynamadı milli takımımız. Ne içerde ne de dışarıda rakiplerimize karşı oyun olarak üstünlük kuramadık. Bunun yanı sıra çoğu maçta şansımız fazlasıyla yaver gitti. Ancak son Almanya maçında olduğu gibi kimi zaman şansta bizden yana olmadı. Bu duruma bir de milli takımın şuursuz ve kendinden emin olmayan futbolu eklenince yenilgi kaçınılmaz oldu.

Önümüzdeki Azerbaycan maçını kazanıp, Almanya'nın Belçika'yı yenmesi sonucunda play-off'lara katılma hakkı kazansak ve sonrasında EURO 2012'ye gitsek bile artık Guus Hiddink ile yola devam edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.  Hollandalı teknik adam Türkiye'nin başında bulunduğu süre boyunca parasını almanın dışında hiçbir pozitif değer katamadı Ay-Yıldızlılara. Bunun sonucunda da kaderimizi yine başkalarının eline bıraktık. Son maçların ardından adımızı play-off'lara yazdırırsak eğer bu bizim başarımız değil, başkalarının ikramı olacak.

Geçmişe bakılacak olursa Türk milli takımı başarı kazandığı dönemlerde hep yerli teknik direktörlerin yönetimindeydi. Dolayısıyla ülke futbolunu, futbolcusunu ve şartlarını bilmeyen ve bir türlü anlayamayan yabancı bir teknik direktör ile yola çıkılması tamamen yanlış bir hamleydi.  Yerli teknik direktörler yönetiminde Türk milli takımı birçok kişi adına ''kaos futbolu'' dese de sahada futbol adına bir şeyler sergilemeye çalışıyordu. Ancak Hollandalı teknik adam yönetiminde sahada futbol adına bir şeyler sergilemek bir yana her maç kelimenin tam anlamıyla bir komedi sergilendi. 

Artık Guus Hiddink için yolun sonu geldi. Önce play-off sonrasında da Avrupa Şampiyonası vizesi alınsa dahi hizmetleri için Hollandalı teknik adama teşekkür edilip sonrasında yolların ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Takımın başına getirilecek ismin de bu sefer mutlaka yerli olmasını istiyorum.







8 Ekim 2011 Cumartesi

Türkiye-Almanya maçının ardından

Maçla ilgili değerlendirmeme başlamadan önce ilk olarak söylemek istiyorum ki bir futbol sever olarak Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena gibi bir tesisin ülke sınırları içindeki varlığından ötürü kendimi çok ama çok şanslı hissettim. Açıkçası Beşiktaşlı olduğum için de kıskanmadım değil. Kendimi bir an Avrupa'da Amsterdam Arena veya Emirates Stadyumu'nda maç izlermiş gibi hissettim. O kadar etkileyici bir yer ortaya çıkmış. Her güzelin bir kusuru olacağı gibi Türk Telekom Arena'nın da eksikleri bence fazlasıyla var. Özellikle Arena'ya giriş ve çıkışlar adeta bir işkence halini alıyor. Hele izleyici sayısı bu maçta olduğu kadar fazla olduğu zaman gerçekten de çelik gibi sinirler ve ezilme tehlikesini göze alacak kadar gözü kara olmak gerekiyor. Metro'ya biniş ise hiç bir Avrupa ülkesinde olmayacak kadar rezalet bir durumda. Buna bir an önce bir çözüm bulunması gerekiyor. Yoksa tesis ne kadar iyi olursa olsun bir süre sonra insanların buraya gelmekten imtina edebileceklerini düşünüyorum.

Maça dönecek olursak son birkaç milli maçta ortaya çıkan senaryo aynen sahneye kondu. Sahada yine son derece kötü bir milli takım vardı. Maçın başında oyuna hızlı başlamış izlenimi veren A Milliler ilk golü bulmamızı sağlayacak pozisyonları öyle vurdumduymazca ve amatörce harcadı ki böyle kritik bir maçta bu pozisyonlar gole çevrilemeyince yenilgi de kaçınılmaz oluyor. Rakip Almanya ise kendini çok fazla sıkmadan, çok iyi oynamadan ama yine de düşündükleri oyunu sahada çok rahat bir şekilde uygulayarak beklediklerinden kolay bir 3 puan alarak ve 9'da 9 yapmanın verdiği moral ile evlerinin yolunu tuttu.

Milli takım açısından üzücü olan bir diğer nokta ise; son yıllardaki en kötü, pasif ve oyuna müdahale etmekten uzak kenar yönetimine sahip olunması. Tüm maç boyunca herkese saç-baş yolduran Hamit Altıntop'a 90 dakika boyunca nasıl tahammül edildi gerçekten anlamak mümkün değil. Her oyuncu değişikliğinde onun çıkmasını beklerken sahanın en iyilerinden Arda Turan dahil olmak üzere başka oyuncular kenara alındı. Yapılan oyuncu değişikliklerinden de sadece Gökhan Töre'nin oyuna girmesinin küçük bir fark yarattığını söyleyebilirim.  

Son olarak yine büyük bir futbol organizasyonuna katılamamanın eşiğine gelmiş durumdayız. Katılsak bile bu yol gayet zor ve meşakkatli olacak. Zorlu play-off maçları oynayacağız. Bunun için de öncelikle Almanya'nın Belçika engelini kayıpsız geçerek 10'da 10 yapması, Türkiye'nin de deplasmanda 1-0 yenildiği Azerbaycan'ı yenmesi gerekiyor. Yine kaderimiz bizim değil başkasının elinde. Son zamanlarda artık kanıksamış olduğumuz bu durum umuyorum ki hedefimiz olan Euro 2012'ye yolumuz play-off'tan geçiyor olsa da ulaştırır. Zor ama neden olmasın.






1 Ekim 2011 Cumartesi

Stoke City-Beşiktaş maçı üzerine

UEFA Avrupa Ligi E Grubu ilk karşılaşmasında İsrail temsilcisi Maccabi Tel Aviv karşısında alınan 5-1'lik galibiyet sonrasında ortaya konan futbolun böyle zayıf bir rakip için bile ortalamanın altında kalmasından ötürü ''Çekirge her zaman sıçrayamaz'' adında bir yazı yazmıştım. Bu maçtan sonra Beşiktaş'ın deplasmanda oynanacak Stoke City karşılaşmasında ecel terleri dökeceğini ve farklı kaybedebileceğini düşünüyordum. Ancak bu maçta ortaya konan mücadele ve futbol beni tamamen haksız çıkardı.

Özellikle ''Q7 ve Çetesi''nin bu maçtaki ''taşın altına elini koyma'' duygusu içinde hareket etmeleri ve maçın hiçbir bölümünde sorumluluk almaktan kaçınmamaları beni ilerisi için umutlandırdı. Hele kaptan Quaresma'nın penaltı golüyle 2-1 yenik duruma düşülmeden önce bir şutu var ki o pozisyon gol olsa her şey daha farklı gelişebilirdi. Penaltı pozisyonununda fazlasıyla ağır bir karar olduğunu düşünüyorum. Maçtan sonra pozisyonun içindeki Tomas Sivok'un ''Bu pozisyona penaltı çalınıyorsa maç içinde 40 tane faul ya da 40 tane penaltı çalınması gerekir'' sözlerine sonuna kadar hak veriyorum. Ayrıca hem İngiltere hem Fransa'da bu tip bir pozisyonda hakemlerin penaltı kararı vereceğini de hiç sanmıyorum.

Sonuç olarak Beşiktaş kazanabileceği bir maçı şanssız bir şekilde kaybetti. Teselli olacak noktaysa bu maçın telafisinin fazlasıyla mümkün olması. Beşiktaş'ın İngiltere'deki gibi oynayıp, biraz daha dikkatli olduğu takdirde Stoke City'yi Fiyapı İnönü Stadyumunda evire çevire yenerek çimlere fena halde gömeceğini düşünüyoruım.