17 Aralık 2011 Cumartesi

Beşiktaş-S.C. Braga eşleşmesi

Beşiktaş'ta ''bahtsız bedevi'' şansı olduğuna iyiden iyiye inanmaya başladım. Her ne kadar kura çekiminde eşleşilebilecek daha zor takımlar olsa da (Manchester City, Manchester United ve Valencia gibi) Portekiz temsilcisi S.C. Braga kesinlikle çantada keklik bir kura olmadı. İki takımı teraziye koyduğumuz zaman Beşiktaş daha ağır basıyor ancak Portekiz temsilcisinin geçen yılın UEFA Avrupa Ligi finalisti ve ikincisi olduğunu göz önünde bulundurursak Beşiktaş'ı hem deplasmanda hem de içerde ne kadar zor maçların beklediğini kestirmek güç olmaz.

Beşiktaş'ın bu eşleşmede bir takım avantajları olduğunu da düşünüyorum. Birincisi teknik direktör Carlos Carvalhal'ın 2006 yılında S.C. Braga'yı çalıştırmış olması nedeniyle çok iyi tanıdığı bir takım olması. İkincisi ise takım iskeletini oluşturan bir çok oyuncunun Portekizli oluşu. Dolayısıyla Beşiktaş için kesinlikle kapalı kutu bir rakip sayılmaz. Turu geçmenin anahtarı bence her iki maçta da oyun disiplininden kopmamak, mücadeleci bir futbol ortaya koymak ve hiç bir bölümde oyunun kontrolünü rakibe vermemek. Bunlar sahada uygulanabilirse eğer Kara Kartallar'ın bu eşleşmeyi geçememesi için hiç bir neden kalmaz. İlk maçın deplasmanda olacağı da düşünülürse turu geçmenin yolunun çok açık olduğunu söylemek mümkün.  Burada alınacak gollü bir beraberlik ya da en kötü ihtimalle tek farklı bir mağlubiyet sonucunda bile tur yolunun açık olacağı düşüncesindeyim. Ayrıca Portekiz deplasmanının Beşiktaş için taraftar baskısı nedeniyle çok zor geçeceğini düşünmüyorum çünkü Portekizli taraftarlar rakibi ve hakemi baskı altına alan bir taraftar profili çizmiyorlar. 

Son olarak; Beşiktaş zorlansa bile bu turu geçen ve Lazio-Atletico Madrid eşleşmesinin 3.turda karşısına çıkacak takım olacaktır.





15 Aralık 2011 Perşembe

Stoke City ile futbol yerine kedi-fare oyunu

Beşiktaş için uzun bir yolun başlangıcı olmasına rağmen UEFA Avrupa Ligi grup safhası daha güzel bir şekilde noktalanamazdı. Deplasmanda üst üste gelen Stoke City ve Dinamo Kiev mağlubiyetleri sonrasında Beşiktaş’ın gruptaki geleceği açısından çok karamsar bir tablo oluşmuştu. Buna rağmen Kara Kartallar her geçen maç performansını artırarak ve en önemlisi takım olma olgusunu kazanarak Fi-Yapı İnönü Stadında hem Dinamo Kiev hem de Stoke City’yi futbol olarak ezerek E Grubu’nu 12 puan ve +6 averajla lider bitirerek bir üst tura adını yazdırmayı başardı. Beşiktaş’a grup liderliğini getiren 6 puanın cebe konduğu maçlardaki müthiş taraftar desteğini de unutmamak gerekiyor. Özellikle Stoke City maçı öncesi tribünlerin yaptığı şov ile Beşiktaş taraftarının ne kadar büyük olduğu tüm dünyaya bir kez daha gösterildi.

Stoke City maçına gelecek olursak Beşiktaş, maça rakibine oranla daha istekli ve arzulu başladı. Bunun neticesinde de üst üste pozisyonlara girildi. Bu pozisyonlardan son vuruşlardaki beceriksizlik ve Stoke City kalecisi Asmir Begovic’in kritik kurtarışları sonucunda gol sesi çıkmadı. Beşiktaş’ın oyundaki bariz üstünlüğüne rağmen İngiliz temsilcisi tribünlerin yüreğini ağzına getiren iki önemli pozisyona girdi. Ne ilginçtir ki bu iki pozisyon da aynı ismin bana göre maçın en zayıf halkası İsmail Köybaşı’nın hatalarından geldi. İlk pozisyonda Rüştü klasına ve tecrübesine yakışır şekilde gol izni vermedi. Ancak dakikalar 29’u gösterirken yine İsmail’in çok basit bir top kaybı sonucunda pozisyona giren Ricardo Fuller, kaleyi görür görmez şut çekti ve savunmaya da çarpan top Rüştü’yü çaresiz bırakarak ağlara gidince İngiliz ekibi beklemediği bir anda öne geçti: 0-1

Yediği bu şok gole rağmen oyun disiplininden kopmayan Beşiktaş devre sonuna kadar beraberlik için bastırdı ancak arzuladığı gole bir türlü ulaşamadı. Devre arasında umutla beraber az da olsa bir karamsarlık vardı. Sonuçta bir İngiliz takımına karşı 1-0’dan maç çevirmek çok kolay bir iş değildi. 2.yarı için takımlar sahadaki yerlerini alırken Beşiktaş aslında skor aleyhine olsa da bu maçı kazanacağının sinyalini ilk yarıda kaçırma yarışına girdiği pozisyonlarla vermişti. Nitekim 2.yarıya öyle bir vites arttırarak başladı ki Kara Kartallar, karşılarındaki rakip kim olursa olsun galibiyet kaçınılmazdı. Önce rahatlıkla ‘’Maçın adamı’’ seçilebilecek Manuel Fernandes’in Hugo Almeida’ya attığı milimetrik pas ile ceza sahasına girmesinin ardından Upson tarafından yere indirilmesi sonucunda kazanılan penaltıyla hem skora denge geldi hem de rakip bir kişi eksildi. 58.dakikada penaltı atışını kullanan Fernandes, topla kaleciyi ayrı köşelere gönderdi: 1-1.  

Bu dakikadan sonra sahada sadece Beşiktaş’ın futbol resitali ve bu duruma direnmeye çalışan Stoke City vardı. Ne var ki bu direniş fazla uzun sürmedi. Sahada parmak ısırtan ve ‘’daha önceki maçlarda neredeydin’’ dedirten bir performans ortaya koyan Fernandes, bu sefer de 74.dakikada kullandığı korner atışında sahneye çıktı ve adrese teslim yaptığı ortaya Mustafa Pektemek’in güzel bir kafa vuruşu yapması kaldı: 2-1

Bu golden sonra rakibin gardını iyice düşüren Beşiktaş, oyunu rölantiye alarak ve istediği gibi yönlendirerek kalan dakikaları eritmeye başladı. Buna rağmen bir gol daha atacağının sinyallerini veriyordu Siyah-Beyazlı kramponlar. Böyle de oldu. Bu sezon fazla forma şansı bulamayan iki isim Julio Alves ve Edu’nun ortak yapımı sonucunda 3.gol geldi. 82.dakikada Julio Alves’in pasıyla buluşan Edu, öyle bir vuruş yaptı ki kaleci Begovic bu pozisyonda kelimenin tam anlamıyla çaresiz kaldı: 3-1.

Skor 3-1 olduktan sonra tüm tribünler tarihte ilk kez gelen grup liderliğini doyasıya kutlamaya başladı. Beşiktaş büyük bir iş başardı ancak daha yolun başı olduğu için final hedefine ulaşılmak isteniyorsa çok daha zorlu engellerin aşılması gerekecek.

Açıkçası hiç korkum yok. Bu sezon UEFA Avrupa Ligi grup maçlarında taraftar desteğini arkasına alarak rakiplerine sahayı dar eden Beşiktaş inanıyorum ki finale kadar gidecektir.





16 Kasım 2011 Çarşamba

Bir hayalin daha sonu!!..

Türkiye, Euro 2012 Avrupa Şampiyonası'na giden yolda son engel olarak play-off turunda Hırvatistan ile eşleştiği zaman içimde az da olsa bir umut kırıntısı peyda olmuştu. Kabus gibi geçen bir eleme süreci sonunda yine kendi göbeğimizi kendimiz kesememiş, iki maçta da diş geçiremediğimiz Almanya'nın yolumuzu açması sayesinde kendimizi play-off turunda bulmuştuk. Kura çekiminde de nispeten kolay bir rakip olan Hırvatistan'la eşleşince Euro 2012 hayalini iyiden iyiye kurmaya başlamıştık. Ancak bir kez daha evdeki hesap çarşıya uymadı. Çok kötü oynadığımız ve kendi sahamızda 3-0 gibi net bir skorla kaybettiğimiz ilk maçın getirdiği dezavantajı, zaman zaman rakibin üstünlüğünü kabul etmemize rağmen son dakikaya kadar büyük bir özveri ile mücadele ettiğimiz halde bir türlü arzuladığımız gibi bir avantaja çevirmeyi başaramadık. Zaten 3-0 çevrilmesi imkansız bir dezavantaj yaratıyordu ama yine de geçmişte Yunanistan'a Atina'da 4 gol atabildiğimiz için az da olsa bir umut taşıyordum. Hemen maçın başında da Kazım Kazım ile net bir fırsatı kaçırınca ''Acaba mı?'' demekten kendimi alamadım. Aslında deplasman olmasına rağmen her şey bizim istediğimiz gibiydi. İlk maçın 3-0 kazanılmasının verdiği rehavet ve rahatlık hissinden mi bilinmez Hırvat taraftarlar hem hakemi hem de Milli Takımımızı baskı altına almaktan çok ama çok uzaktı. Bunun bir sonucu olarak oyunun büyük bölümünde üstünlük bizdeydi. Ancak ilk maçta çok erken havlu atılmasının sonucunda gelen farklı yenilgi dolayısıyla gösterilen insan üstü gayret bile hedefe ulaşılması için yeterli olmadı.

Türkiye'de her zaman her konuda istikrarsızlıktan söz edilir, durur. Futbola geldiğimizde ise bence son yıllarda 2008 Avrupa Şampiyonası'nı dışarıda bırakmak kaydıyla gayet istikrarlı bir şekilde elemelerde ya da play-off turlarında başarısız olarak önemli turnuvalara gidemiyor ve evimizden izlemek zorunda kalıyoruz. Şu anda biliyorum ki pek çok insan Hollandalı teknik adam Guus Hiddink'e ateş püskürüyor ve onun hatalarından ötürü bir turnuvayı daha kaçırdığımızı düşünüyor. Oysa ki ben böyle düşünenlere katılmıyorum çünkü her konuda olduğu gibi futbolumuzda da büyük yanlışlar yapılıyor ve çarpıklıklar yaşanıyor. Sonra da elinde sihirli değnek varmış gibi davranılan, ülke dinamiklerini ve şartlarını tam olarak bilmeyen daha doğrusu anlayamayan Guus Hiddink gibi bir yabancıdan bazı şeyleri değiştirmesini bekliyoruz. Guus Hiddink'e bence kimsenin kızmaya hakkı yok. Kendisine verilen malzeme ile bu kadarını başarabildi. Daha fazlasını yapabileceğini sanmıyorum. Artık her başarısız sonucun ardından suçu başka yerlerde aramaktansa kendimize bakmanın ve de çeki düzen vermenin zamanı geldi.

Türkiye olarak önümüzde daha katılacak çok turnuva var. 2 Dünya Kupası ve 2 Avrupa Şampiyonası dışında kalmamız kesinlikle dünyanın sonu değil. Yeter ki ülkemizde hastalık haline gelen suçu başka yerde aramaktan vazgeçelim ve ''Acaba nerede yanlış yapıyoruz?'' diyerek düzlüğe çıkmanın yollarını bulmaya çalışalım.

4 Kasım 2011 Cuma

Muhteşem taraftar ve Dinamo Kiev zaferi

Beşiktaş'ın UEFA Avrupa Ligi E Grubu'ndaki geleceği açısından büyük önem taşıyan maçta Dinamo Kiev'i kesinlikle ama kesinlikle yenmesi gerekiyordu. Siyah-Beyazlı takımda maça bu bilinçle başladı. Ancak karşısında çok zorlu bir rakip vardı. Ukrayna temsilcisi maçın başlarında baskılı oynayan taraftı. Topu kaptırdıklarında yaptıkları etkili presle Beşiktaş'a oyun kurma imkanı vermiyor ve kaptıkları toplarla hücuma çok hızlı bir şekilde çıkıyorlardı. Siyah-Beyazlı kramponlar bu oyun karşısında belli bir süre bocaladıktan sonra oyunda önce dengeyi sağladılar sonra da etkili ataklarla Kiev kalesine yüklenmeye başladılar. Beşiktaş'ın bu sezonki maçlarda en çok göze batan ve eksik olan tarafı rakip kalede az pozisyon yaratılmasına rağmen bunların çok kolay bir şekilde ve vurdumduymazca harcanması olarak dikkat çekiyor. Bu maçta bir kez daha bu hastalık nüksetti. Zorluk derecesi bu denli yüksek olan bir maçta kaçırılmayacak pozisyonlar kötü vuruşlarla heba edildi. Bazı pozisyonlarda ise Ukrayna ekibinin şansı yanındaydı. İlk yarının golsüz bitmesi büyük şanssızlıktı. Yoksa 2-0 önde bitirebilecek pozisyonları yakalamıştı Beşiktaş. Ama olmayınca olmuyor işte.

Devre arasında Fi-Yapı İnönü'de maçı izleyenlerdeki genel hava ''Biz bu maçı alacağız'' , ''Golü atan maçı kazanır'' şeklindeydi. İkinci yarı da ilk yarıya benzer şekilde başladı. Kievli oyuncular kora kor bir mücadele sergiliyor ancak Beşiktaşlı oyuncular da aynı şekilde karşılık veriyorlardı. İki tarafta gardını indirmek istemiyordu çünkü yenilecek bir golün neye mal olacağını biliyorlardı. Beşiktaş gol için bastırdıkça bastırıyor ama Kiev de kontra-ataklarla gol arıyordu. Karşılıklı pozisyonlarla 68.dakikaya kadar gelindi. Bu dakikada kazanılan korner golü adeta müjdeliyordu. Korner için topun başına geçen Simao topu ölçüp, biçip öyle bir yere attı ki Egemen Korkmaz'da çok iyi bir zamanlamayla harika bir kafa vuruşu yaparak Beşiktaş adına fazlasıyla geçikmiş golü Kiev ağlarına yolladı. Egemen'e doğum gününde bundan daha güzel bir hediye olamazdı.  Egemen Korkmaz demişken bu sene Beşiktaş'ın en iyi transferi şüphesiz o. Her maçta sahaya yüreğini koyuyor ve ne olursa olsun mücadeleyi asla bırakmıyor. Dün akşam da Kievli oyuncularla sonuna kadar mücadele etti, bir an bile mücadeleyi bırakmadı ve yılmadı. Bu performansının ödülünü de hücuma çıkarak takımı adına çok kritik bir gol atarak aldı. Böyle güzel bir gol ile gelen galibiyet Beşiktaş'ı sadece grup 2.liğine taşımakla kalmadı, liderlik hesapları yapmasınını da önünü açtı. Kalan 2 maçta ne olacağı belli olmadığı için Beşiktaş, Stoke City'yi geçerek grubu lider olarak bitirebilir.

Beşiktaş taraftarına gelecek olursak beklediğimden de daha muhteşemdiler. Hele maç başlamadan önce seramoni esnasında öyle bir atkı şovuna imza attılar ki gerçekten orada bulunan herkese unutulmaz bir görsel şov sundular. Spor programları jeneriklerine girebilir mi bu şov bilemiyorum ama ben abartısız unutamayacağım bir ana tanıklık ettiğimi düşünüyorum. Liverpool maçından sonra gördüğüm en bilinçli, en etkili ve en coşkulu taraftar topluluğu dün akşam tribünleri dolduran topluluktu.






 


3 Kasım 2011 Perşembe

Beşiktaş - Dinamo Kiev maçına doğru

Bu akşam Dinamo Kiev karşısına çıkacak Beşiktaş hiç şüphe yok ki bu gruptaki en önemli sınavını verecek. Gruptan çıkma hayalleri kuruluyorsa eğer bu maçtan mutlaka galibiyet ile ayrılmak gerekiyor. Kiev'deki maçta olduğu gibi son saniyelerde hatta son saliselerde gol yememize neden olacak hatalara bu maçta kesinlikle yer yok çünkü böyle önemli bir maç bu tip hataları kaldırmaz. Öte yandan eminim ki Siyah-Beyazlı taraftarlar yine muhteşem olacak. Özellikle yapılması planlanan atkı şovunu çok merak ediyorum.

Son olarak şunu da eklemek istiyorum; ''BU MAÇI ALACAĞIZ, BAŞKA YOLU YOK!!''




10 Ekim 2011 Pazartesi

Türk milli takımının geleceği

Açıkçası Türk milli takımının geleceği açısından çok umutlu olduğumu söyleyemeyeceğim. Büyük umutlarla takımın başına getirilen Hollandalı teknik adam Guus Hiddink yönetiminde Türkiye bir arpa boyu yol gidemedi. Aksine her geçen gün ortaya konan futbol daha da kötüleşti ve takım olarak her bakımdan (kondisyon, mücadele ve taktik) geriye gittik. Son milli maçlara bakıldığı zaman ''Yenildik ama olsun. En azından çıkıp çok iyi mücadele ettik'' denebilecek tek bir maç bile oynamadı milli takımımız. Ne içerde ne de dışarıda rakiplerimize karşı oyun olarak üstünlük kuramadık. Bunun yanı sıra çoğu maçta şansımız fazlasıyla yaver gitti. Ancak son Almanya maçında olduğu gibi kimi zaman şansta bizden yana olmadı. Bu duruma bir de milli takımın şuursuz ve kendinden emin olmayan futbolu eklenince yenilgi kaçınılmaz oldu.

Önümüzdeki Azerbaycan maçını kazanıp, Almanya'nın Belçika'yı yenmesi sonucunda play-off'lara katılma hakkı kazansak ve sonrasında EURO 2012'ye gitsek bile artık Guus Hiddink ile yola devam edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.  Hollandalı teknik adam Türkiye'nin başında bulunduğu süre boyunca parasını almanın dışında hiçbir pozitif değer katamadı Ay-Yıldızlılara. Bunun sonucunda da kaderimizi yine başkalarının eline bıraktık. Son maçların ardından adımızı play-off'lara yazdırırsak eğer bu bizim başarımız değil, başkalarının ikramı olacak.

Geçmişe bakılacak olursa Türk milli takımı başarı kazandığı dönemlerde hep yerli teknik direktörlerin yönetimindeydi. Dolayısıyla ülke futbolunu, futbolcusunu ve şartlarını bilmeyen ve bir türlü anlayamayan yabancı bir teknik direktör ile yola çıkılması tamamen yanlış bir hamleydi.  Yerli teknik direktörler yönetiminde Türk milli takımı birçok kişi adına ''kaos futbolu'' dese de sahada futbol adına bir şeyler sergilemeye çalışıyordu. Ancak Hollandalı teknik adam yönetiminde sahada futbol adına bir şeyler sergilemek bir yana her maç kelimenin tam anlamıyla bir komedi sergilendi. 

Artık Guus Hiddink için yolun sonu geldi. Önce play-off sonrasında da Avrupa Şampiyonası vizesi alınsa dahi hizmetleri için Hollandalı teknik adama teşekkür edilip sonrasında yolların ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Takımın başına getirilecek ismin de bu sefer mutlaka yerli olmasını istiyorum.







8 Ekim 2011 Cumartesi

Türkiye-Almanya maçının ardından

Maçla ilgili değerlendirmeme başlamadan önce ilk olarak söylemek istiyorum ki bir futbol sever olarak Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena gibi bir tesisin ülke sınırları içindeki varlığından ötürü kendimi çok ama çok şanslı hissettim. Açıkçası Beşiktaşlı olduğum için de kıskanmadım değil. Kendimi bir an Avrupa'da Amsterdam Arena veya Emirates Stadyumu'nda maç izlermiş gibi hissettim. O kadar etkileyici bir yer ortaya çıkmış. Her güzelin bir kusuru olacağı gibi Türk Telekom Arena'nın da eksikleri bence fazlasıyla var. Özellikle Arena'ya giriş ve çıkışlar adeta bir işkence halini alıyor. Hele izleyici sayısı bu maçta olduğu kadar fazla olduğu zaman gerçekten de çelik gibi sinirler ve ezilme tehlikesini göze alacak kadar gözü kara olmak gerekiyor. Metro'ya biniş ise hiç bir Avrupa ülkesinde olmayacak kadar rezalet bir durumda. Buna bir an önce bir çözüm bulunması gerekiyor. Yoksa tesis ne kadar iyi olursa olsun bir süre sonra insanların buraya gelmekten imtina edebileceklerini düşünüyorum.

Maça dönecek olursak son birkaç milli maçta ortaya çıkan senaryo aynen sahneye kondu. Sahada yine son derece kötü bir milli takım vardı. Maçın başında oyuna hızlı başlamış izlenimi veren A Milliler ilk golü bulmamızı sağlayacak pozisyonları öyle vurdumduymazca ve amatörce harcadı ki böyle kritik bir maçta bu pozisyonlar gole çevrilemeyince yenilgi de kaçınılmaz oluyor. Rakip Almanya ise kendini çok fazla sıkmadan, çok iyi oynamadan ama yine de düşündükleri oyunu sahada çok rahat bir şekilde uygulayarak beklediklerinden kolay bir 3 puan alarak ve 9'da 9 yapmanın verdiği moral ile evlerinin yolunu tuttu.

Milli takım açısından üzücü olan bir diğer nokta ise; son yıllardaki en kötü, pasif ve oyuna müdahale etmekten uzak kenar yönetimine sahip olunması. Tüm maç boyunca herkese saç-baş yolduran Hamit Altıntop'a 90 dakika boyunca nasıl tahammül edildi gerçekten anlamak mümkün değil. Her oyuncu değişikliğinde onun çıkmasını beklerken sahanın en iyilerinden Arda Turan dahil olmak üzere başka oyuncular kenara alındı. Yapılan oyuncu değişikliklerinden de sadece Gökhan Töre'nin oyuna girmesinin küçük bir fark yarattığını söyleyebilirim.  

Son olarak yine büyük bir futbol organizasyonuna katılamamanın eşiğine gelmiş durumdayız. Katılsak bile bu yol gayet zor ve meşakkatli olacak. Zorlu play-off maçları oynayacağız. Bunun için de öncelikle Almanya'nın Belçika engelini kayıpsız geçerek 10'da 10 yapması, Türkiye'nin de deplasmanda 1-0 yenildiği Azerbaycan'ı yenmesi gerekiyor. Yine kaderimiz bizim değil başkasının elinde. Son zamanlarda artık kanıksamış olduğumuz bu durum umuyorum ki hedefimiz olan Euro 2012'ye yolumuz play-off'tan geçiyor olsa da ulaştırır. Zor ama neden olmasın.






1 Ekim 2011 Cumartesi

Stoke City-Beşiktaş maçı üzerine

UEFA Avrupa Ligi E Grubu ilk karşılaşmasında İsrail temsilcisi Maccabi Tel Aviv karşısında alınan 5-1'lik galibiyet sonrasında ortaya konan futbolun böyle zayıf bir rakip için bile ortalamanın altında kalmasından ötürü ''Çekirge her zaman sıçrayamaz'' adında bir yazı yazmıştım. Bu maçtan sonra Beşiktaş'ın deplasmanda oynanacak Stoke City karşılaşmasında ecel terleri dökeceğini ve farklı kaybedebileceğini düşünüyordum. Ancak bu maçta ortaya konan mücadele ve futbol beni tamamen haksız çıkardı.

Özellikle ''Q7 ve Çetesi''nin bu maçtaki ''taşın altına elini koyma'' duygusu içinde hareket etmeleri ve maçın hiçbir bölümünde sorumluluk almaktan kaçınmamaları beni ilerisi için umutlandırdı. Hele kaptan Quaresma'nın penaltı golüyle 2-1 yenik duruma düşülmeden önce bir şutu var ki o pozisyon gol olsa her şey daha farklı gelişebilirdi. Penaltı pozisyonununda fazlasıyla ağır bir karar olduğunu düşünüyorum. Maçtan sonra pozisyonun içindeki Tomas Sivok'un ''Bu pozisyona penaltı çalınıyorsa maç içinde 40 tane faul ya da 40 tane penaltı çalınması gerekir'' sözlerine sonuna kadar hak veriyorum. Ayrıca hem İngiltere hem Fransa'da bu tip bir pozisyonda hakemlerin penaltı kararı vereceğini de hiç sanmıyorum.

Sonuç olarak Beşiktaş kazanabileceği bir maçı şanssız bir şekilde kaybetti. Teselli olacak noktaysa bu maçın telafisinin fazlasıyla mümkün olması. Beşiktaş'ın İngiltere'deki gibi oynayıp, biraz daha dikkatli olduğu takdirde Stoke City'yi Fiyapı İnönü Stadyumunda evire çevire yenerek çimlere fena halde gömeceğini düşünüyoruım.


16 Eylül 2011 Cuma

Çekirge her zaman sıçrayamaz

Tayfur Havutçu'nun yokluğunda Beşiktaş teknik direktörlüğü görevini vekaleten sürdüren Carlos Carvalhal ve Beşiktaş'a kazandırdıkları hakkında herhangi bir yorumda bulunmadan önce Beşiktaş'ı çıplak göz ile izlemek istedim. UEFA Avrupa Ligi E Grubu ilk karşılaşmasında İsrail temsilcisi Maccabi Tel Aviv önünde de Beşiktaş'ı bu sezon ilk kez canlı izleme imkanını fazlasıyla buldum. Açıkçası alınan göz kamaştırıcı 5-1'lik galibiyete rağmen ben izlediğim futboldan çok tatmin olduğumu söyleyemeyeceğim.

Beşiktaş oyunun hiç bir bölümünde rakibine karşı tam anlamıyla bir üstünlük kuramadı ve rakibi sürekli olarak baskı altında tutamadı. Hatta oyunun bazı bölümlerinde Beşiktaş pasif kalırken, Maccabi Tel Aviv'in üstünlüğü göze çarptı. Öncelikle bunun ana nedeninin Aurelio, Fernandes, Necip, Simao ve bu maça kaptan çıkan Ricardo Quaresma'nın sahadaki varlıklarına rağmen topa sahip olma konusunda son derece beceriksiz olmaları ve üst üste seri paslarla oyunu yönlendirememeleri olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş orta sahada topa sahip olamayıp inanılmaz basit top kayıpları yapınca topa daha fazla sahip olan İsrail temsilcisi belki de kendilerinin bile düşünmediği bir şekilde oyunu kontrol etmeye ve az da olsa bir üstünlük kurmaya başladılar. Bu dakikalarda Beşiktaş kalesinde ciddi anlamda sıkıntılar yaşadı. Ancak yıllanmış şarap gibi yıllar geçtikçe daha da iyi oynayan kaleci Rüştü'nün kaledeki varlığıyla bu dakikalar kazasız belasız atlatıldı. Maccabi Tel Aviv'in 2.yarının hemen başında (Dakika 48) gelen golü bu baskının sonucuydu ve bu dakikada artık Rüştü de teslim bayrağını çekmek zorunda kaldı. Skoru 2-1'e getiren golün ardından Beşiktaş oyuna daha fazla ciddiyetle asılmaya başladı. Bunun sonucunda da skor önce Aurelio'nun golüyle (Dakika 50) 3-1; daha sonra da Egemen Korkmaz'ın golüyle (Dakika 53) 4-1 oldu. Skor 4-1 olduktan sonra  Maccabi Tel Aviv oyun disiplininden tamamen koptu ve maçı bıraktılar. Bu dakikadan itibaren Beşiktaş maçın başından itibaren olması gerektiği şekilde oyuna ağırlığını koydu ve oyunu istediği gibi yönlendirerek top dolaştırmaya başladı. Beşiktaş'ın rölantide oynadığı bu dakikalarda 58. dakikada oyuna dahil olan Edu bir gol daha atarak skoru 5-1'e (Dakika 88) getirdi ve güzel gecenin finalini yapmış oldu.

Bu parlak galibiyete rağmen bu maçtan alınması gereken bir sürü ders olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Beşiktaş kadrosundaki top hakimiyeti iyi olan Aurelio, Fernandes, Necip, Simao ve Quaresma gibi isimlerin vites büyüterek daha da iyi oynamaları gerekiyor. İyi oynamadan kastım pas hataları ve top kayıplarını minimuma indirerek topun Beşiktaş'ta daha fazla kalmasını sağlamaları gerekiyor. Özellikle hücuma çıkarken yapılacak top kayıpları savunmamızın hazırlıksız yakalanmasına neden olabilir. Bir diğer nokta da hücum hattındaki gerek Almeida gerekse de Edu'nun top hakimiyeti ve son vuruşları iyi olsa da çok ağır olmaları. Bire birlerde her stoper bu iki isime de bariz üstünlük kurabilir. Bu iki isimden maksimum verim almak için rakip savunmaları dengesiz ve hazırlıksız yakalayabilecek pozisyonlar yaratılmalı. Bunun yanı sıra zaman zaman forvet hattında Holosko, Mustafa Pektemek ya da Mehmet Akyüz gibi isimlere de şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir parantez de Beşiktaş taraftarına açmak istiyorum. Genel anlamda takım destekleme açısından onlardan iyisi olduğunu düşünmüyorum. Ancak Beşiktaş taraftarının şöyle kötü bir huyu var. Maçla en alakalı olmaları gereken anlarda kendilerini eğlendirmenin ve kendi şovlarını yapmanın derdine düşüyorlar. Ancak öyle maçlar gelecek ki hakemi ve rakibi etki altına alıp rahatsız etmek sahada oynanan futboldan daha önemli bir hale gelecek. Hala yıllar önce Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde 2-1 kazanılan Liverpool maçında büyük sükse yapmış olan ve görsel anlamda bir şov sunan tezahüratı yapmanın çok anlamsız olduğu kanısındayım. 

Sonuç olarak Beşiktaş; ilk dakikadan son dakikaya kadar çok iyi oynamadığı bir maçta vasat bir takım olan rakibini farklı yenerek moral kazandı ve taraftarının gönlünü biraz olsun almış oldu. Ancak ileride oynanacak zorluk derecesi yüksek maçlarda bu tarz bir oyunun farklı galibiyetlerin aksine farklı mağlubiyetler getireceğini düşünüyorum. Ne de olsa çekirge her zaman sıçrayamaz.




26 Haziran 2011 Pazar

Bir devrin sonu!!..

Olmaz denilen oldu ve River Plate tarihinin en kötü performanslarının ardından kendisinden güç olarak çok aşağılarda yer alan Belgrano'ya 2 maçta da (2-0, 1-1) üstünlük sağlayamayarak tarihinde ilk kez küme düşmenin derin üzüntüsünü yaşadı. 

Bu büyük sürprizin ardından bir futbol sever olarak bende derin bir üzüntü içindeyim çünkü bundan sonra Superclasico derbilerinden mahrum kalacağız. Gerçekten de bu olay ardından söylenebilecek çok fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu durum sadece bir zamanların efsane takımının, futbol dünyasına sayısız isim kazandıran bir markanın yanlış planlama ve icraatlar sonucunda ne hale gelebileceğini göstermesi açısından çok iyi bir örnek olarak her zaman için aklımızın bir köşesinde yerini korumalı.

River Plate elbette gün gelir geçmişteki başarılarını yeniden yakalayabilir ancak bu utancın tarihe geçmiş olan kara lekesinin izi asla ve asla silinemez. ''Bana bir şey olmaz'' diye düşünen varsa da onlara tek söyleyebileceğim ''Büyük lokma ye, büyük söz söyleme'' olabilir.

River Plate bu hallere düşecek takım mıydı?

Arjantin'de bir ilk gerçekleşmek üzere. Arjantin'in uzak ara en çok şampiyon olan takımı eğer bir mucizenin altına imzasını koyamazsa tarihinde ilk kez küme düşme utancını yaşayacak. Şu anda River Plate'li futbolcuların yerinde olmayı kesinlikle hiç ama hiç istemezdim. Üzerlerindeki baskıyı tarif etmek imkansız. Taraftarlar çıldırmış durumda ve gelebilecek kötü bir sonuçta ortalığın savaş alanına dönmesi kuvvetle muhtemel. Ezeli rakipleri Boca Juniors'tan Juan Pablo Riquelme bile River Plate'in düşmesini istemediğini söylüyor. Böyle bir durum gerçekleştiği takdirde keyifle izlediğimiz ve dünyanın sayılı derbilerinden sayılan Boca Juniors-River Plate kapışmaları  da mazideki yerini alacak.

Arjantin futbolu bizim için biraz uzak sayılsa da bende bir futbol sever olarak River Plate'in düşmesini istemiyorum. Şampiyon olsun ya da olmasın çok umurumda değil. Ama futbol keyfi açısından River Plate'li futbolcuların silkinip, kendilerine gelerek ne yapıp edip  2-0'lık yenilgi ile biten ilk maçın rövanşında gerekli sonucu alıp kümede kalmaları gerekiyor.

Bakalım River Plate'li futbolcular göstermek zorunda oldukları direnişi gösterebilecekler mi?






11 Mayıs 2011 Çarşamba

Nuri Şahin ve Real Madrid transferi

Bir rüya gerçek oldu. Gerçek anlamda bir Türk futbolcusu Real Madrid'e transfer oldu. Mesut Özil'i bir kenara koyuyorum çünkü Mesut Özil Türk asıllı olsa da bence tam anlamıyla bir Alman. Nuri Şahin'i ise U-17 milli takımından itibaren başarıyla Türkiye'yi temsil ettiği ve halen temsil etmekte olduğu için tam bir Türk olarak görüyorum. Bunu yaparken milli duygularımın etkisi altında kalarak bir gerçeği de göz ardı edemem. Nuri Şahin de Mesut Özil gibi aynı sistemin yani Alman sisteminin bir ürünüdür. Bu yüzden bu başarıyı sahiplenerek, kendine pay çıkaracaklar da Türkler değil kesinlikle Almanlar olmalıdır. Hain damgası vurulan Mesut Özil doğup, büyüdüğü ve kültürünü aldığı Almanya'yı seçerek bir Alman olarak Real Madrid'in yolunu tuttu. Nuri Şahin ise aynı sistemin içinde yetişmesine rağmen milli duygularına kulak vererek Türkiye'yi seçti ve bir Türk olarak Real Madrid formasıyla tanışmış oldu. Bence olaya bu açıdan bakmak en doğru yaklaşım olacaktır.

Bu göğsümüzü kabartan başarıya kesinlikle sevinmeliyiz ancak şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz de. Öncelikle Türkiye'de neden oyuncu yetiştirilemediğini, kulüp alt yapılarının ne işe yaradığını daha sonra da Nuri Şahin Bundesliga'da Borussia Dortmund'da değil de Spor Toto Süper Lig'de 4 büyükler dışında Ankaragücü ya da Gaziantepspor gibi bir takımda forma giyiyor olsa bu başarıya ulaşıp, ulaşamayacağını.

Kulüp alt yapıları Türk futbolunun gelişmesi için eşi bulunmaz bir kaynak ancak bu kaynağa gereken önem yıllardır verilmiyor. Son yıllara bakıldığı zaman Nihat Kahveci ve Arda Turan dışında kulüp alt yapılarından yetişen oyuncular olmadı. Yakın zamanda Necip Uysal kendini göstermeye başladı. Bunların dışında Türk futbolunun geleceği sayılabilecek yeni bir jenerasyon maalesef alt yapılardan gelmiyor. Halen Almanya'da ya da başka ülkelerde futbol oynayan gençlerden medet umuyoruz. Özellikle de Almanya'daki gençlerin peşine öyle bir düşüldü ki, kimse Türkiye'de oyuncu yetiştirilmesi önemliymiş gibi davranmıyor. Alt yapısıyla övünen Galatasaray bile uzun zamandır Türk futboluna Arda Turan dışında kimseyi kazandıramadı. Emre Çolak ise daha yolun çok başında ve kendini çok geliştirmesi gerekiyor.

İkinci konuysa; Nuri Şahin, Almanya yerine Türkiye'de oynuyor olsaydı bu başarıya ulaşabilir miydi? Bence mümkün değil. Her ne kadar marka değerinden dem vurulsa da Türkiye Spor Toto Süper Lig halen bir çok futbol severin takip alanının çok dışında. Türkiye'de bile çok az insan tarafından takip ediliyor. Eğer bu sezon takip edenlerin sayısında bir artış olduysa bunun nedeninin futbol kalitesi ya da seyir zevki yüksek maçlar değil şampiyonluk yarışının iki takım arasında bu kadar kıran kırana geçmesi olduğu söylenebilir. Durum böyle olunca da Jose Mourinho'nun Türkiye'de oynayan Nuri Şahin'i fark etmesi ve telefonla bizzat arayarak transfer teklifi yapması mümkün olamayacaktı.

Nuri Şahin bence Real Madrid'e 6 yıllık imza atarak hayatının belki de en önemli imzasını attı. Artık Nuri Şahin; Cristiano Ronaldo, Kaka, Benzema ve Di Maria gibi yıldızların olduğu bir takımın başarısı için ter dökecek. Bunun yanı sıra bir fenomen haline gelmiş Lionel Messi'ye karşı ''El Clasico'' derbilerine çıkacak.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Kulüpleri yönetenler yüklü miktarlarda paralar ödeyerek her türlü başarıya doymuş, hedefi kalmamış ve tek amacı para olan kariyerli yabancılara yönelmek yerine bu paralarla alt yapılarına yönelerek, ellerinin altındaki böyle zengin bir kaynağı daha da zenginleştirmek ve geliştirmek için gereken yatırımları yapmalıdırlar. Ayrıca, futbolu yönetenlere de bir görev düşüyor. Türkiye Spor Toto Süper Lig'in Avrupa'nın sayılı ve en çok takip edilen ligleri arasına sokulması için gereken yatırımların daha fazla vakit kaybetmeden yapılması gerekmektedir. İş işten daha fazla geçmeden harekete geçme zamanı gelmiştir.












9 Mayıs 2011 Pazartesi

Futbol terörü artık bitsin!!!...

Türkiye'de hala bazı konularda bir arpa boyu yol katedilemediğini gördükçe gerçekten de karamsarlığa kapılıyorum. Yıllardır devam etmekte olan bu futbol terörü ne zaman ve nasıl son bulacak gerçekten merak içinde bekliyorum. ''Sporda şiddet yasası'' meclisten geçti ama şu olan son olaya bakın. Beşiktaş ile Bursaspor belki de çok zevkli ve çekişmeli geçecek bir maç oynayacaklardı ama sözde Bursaspor taraftarları şehri birbirine katarak maçın iptal olmasına neden olmakla kalmadılar; futbol izleme zevkimizi de elimizden aldılar. Ligin ilk yarısındaki Beşiktaş-Bursaspor maçından önce yaşanan olaylar ne kadar kötü ve çirkin ise Bursa'da yaşanan olaylar daha vahimdi. Düşünün bir takımın taraftarları taşlı, sopalı polis ile çatıştı. Bununla yetinmeyip 7 yıl sonra takımlarını desteklemek isteyen misafir takım taraftarlarının Bursa'ya girmelerini imkansız kılacak bir ortam yarattı. Orhangazi'de bekletilen Beşiktaş taraftarları adına gerçekten çok üzüldüm. Yapılanlar bununla da sınırlı kalmadı. Bursa'daki Beşiktaş kafilesi can güvenlikleri olmadığı gerekçesi ile kamp yapılan otelden çıkarılmadı ve saatlerce orada tutuldu. 

Oysa Beşiktaş taraftarlarının bu maçı statta izlemeleri için alınan karar çok yerindeydi. İki kulüp arasındaki daha doğrusu iki kulüp taraftarları arasında uzun süredir devam etmekte olan husumetin artık sona erme zamanı gelmiş hatta geçmekteydi. Ancak bir grup kendini bilmez ortalığı birbirine katarak adeta bir savaş ortamı yaratarak bu iyi niyetli yaklaşımı boşa çıkardı. Ne yazık ki uzun bir süre kimse tekrardan böyle iyi niyetli bir yaklaşımda bulunmaya cesaret edemeyecektir. İstanbul'da yaşanan olaylar kesinlikle çok ama çok yanlıştı ama Bursalıların Bursa'daki maça bir intikam fırsatı olarak bakmamaları gerekiyordu. Şimdi bu olayları çıkaranlar yüzünden cezalandırılan Bursaspor olacak. Bence bu durum hiç adil olmayacak. Kulüp olarak bu olaylarla hiç ilgisi olmadığı halde ev sahibi Bursaspor'a ciddi cezalar verilecek. Tam bir ''kurunun yanında yaşta yanar'' durumu olarak bakılabilir.

Aklıma takılan bir diğer nokta da tüm bu olaylar sırasında Bursa emniyetinin nasıl bu kadar aciz kaldığıdır. Kabul etmek gerekir ki karşılarında şiddetten gözü dönmüş bir güruh vardı ama işleri bu tür olayları engellemek ve durdurmak olan emniyetin bu kadar da aciz kalmaması gerekirdi. Gerçi sadece emniyeti eleştirmekte doğru olmaz çünkü emniyetin yetersiz kaldığı görüldükten sonra destek olarak asker ya da jandarma'dan yardım istenmemesi de bence yetkili makamların hatası ve bir anlık gafletiydi. 

Bence bu olayların kökü şiddet yasaları çıkararak değil, taraftar dediğimiz insanları eğiterek kazınabilir. Eğitimsiz, şiddete meyilli ve nerede-nasıl davranacağını bilmeyen insanlar için ne kadar yasa çıkarılırsa çıkarılsın bir yere varılamayacaktır. Sonuçta yasalara uyulması gerektiğini insanlar ancak düzgün bir eğitim sonucunda öğrenebilir.


20 Nisan 2011 Çarşamba

El Clasico'da 2. perde

İspanya Kral Kupası'nın Valencia'da başlayacak dev finaline az bir süre kala bu maç hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bence Mesut Özil'li ve Cristiano Ronaldo'lu Real Madrid bu sefer Barcelona'yı yenerek hem rakibi karşısındaki şanssızlığını kıracak hem de bu anlamlı kupanın sahibi olacaktır. İspanya La Liga'da 1-1 biten mücadeleyi Beyaz Şimşekler adına şanssızlık kırmak olarak görmüyorum çünkü Madrid ekibi bu maçta sergilediği anti-futbola rağmen sahadan 1 puanla ayrılmayı başardı.

16 Mart 2011 Çarşamba

Bernd Schuster'in ardından

Mustafa Denizli'nin sağlık sorunları sebebi ile görevini bırakmasının ardından büyük umutlarla Beşiktaş teknik direktörlüğü görevine getirilen ve bugüne kadar Beşiktaş tarihindeki en sansasyonel transferlere sahip kadrosunun teslim edildiği Alman teknik adamın Türkiye macerası hayal kırıklıkları ve başarısızlıklarla sona erdi.

Öncelikle her ne kadar kendisinden beklenmeyen bir davranış sergilemiş olsa da Schuster'e Beşiktaş yönetimi tarafından kovulmayı beklemeden istifa ettiği için teşekkür etmek istiyorum. Geldiği günden beri hiç bir olumlu iş yapamayan ve bulunduğu süre boyunca Beşiktaş'ı sürekli geriye götüren Alman teknik adamın yaptığı en faydalı işin istifası olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. 

Schuster döneminde Avrupa Kupalarında en fazla galibiyet alınmış olsa da genel itibariyle Beşiktaş son derece başarısız bir performans ortaya koydu. UEFA Avrupa Ligi 2. tur karşılaşmalarında iki maçta Dinamo Kiev karşısında kalesinde 8 gol görerek elenilmesi ve Spor Toto Süper Lig'de zirve yarışına çok erken havlu atılmış olması bu başarısız performansın en canlı tanıkları olarak karşımızda duruyor. Alman teknik adam için söylenebilecek olumlu bir şey maalesef bulunmuyor. Oyuncularıyla ilişkilerinden tutun basın mensuplarıyla ilişkilerine herkesle polemiğe girmekten çekinmeyen bir yapıya sahip böyle bir insandan değil Beşiktaş'a teknik direktör tercüman bile olmazdı. Burada bir eleştiri de Beşiktaş yönetimine getirmek istiyorum. Beklenmedik anda teknik direktörsüz kalınca ''denize düşen yılana sarılır'' misali Bernd Schuster'e sarılmanın faturası çok acı ve ızdırap çekici bir şekilde ödenmiş oldu. Real Madrid'ten kovulan bir çakma teknik direktörü takımın başına getirip, her biri dünya yıldızı olan oyunculara sahip bu kadroyu teslim etmek başlı başına bir hataydı. Alman teknik adam bir kez daha belirtmekte fayda var kendinden beklenmeyecek bir olgunluk göstererek görevinden istifa ederek hem Beşiktaş yönetimini büyük bir yükten hem de Beşiktaş taraftarını sezonun geri kalanında kahır çekmekten kurtardı. Yola şimdi Bernd Schuster'in harcamak için çok uğraştığı ancak başarılı olamadığı Tayfur Havutçu'yla devam edilecek. Bence Tayfur Hoca bu görevin altından alnının akıyla çıkacaktır. Zaten kalan 10 haftalık lig maratonunda şu ana kadar gösterilen performanstan daha kötü bir performansın altına imza atılabileceğini sanmıyorum. Elde kalan tek kulvar olan Ziraat Türkiye Kupasının kazanılması berbat geçen bir sezonda sadece amorti olarak görülebilir. Eğer ligde kalan 10 maçlık periyotta daha da kötü bir performans gösterilirse sadece bu sezon değil önümüzdeki sezonlar da kaybedilmiş olur.

Şimdi Beşiktaş'ı bekleyen bir tehlike bulunuyor. Bu tehlikeyi de sezonun bitimiyle birlikte  kulüpte kısır döngü haline gelen yeni teknik direktör arayışının yeniden başlayacak olması olarak görüyorum. Bu orta oyunu sahnelenirken yerli mi olsun yabancı mı olsun diye papatya falları açılacak. Gelecek isim Türkiye'ye uyum sağlayabilir mi, başarılı olabilir mi, kendi sistemi ile gelecek bir teknik direktörse bu sistem mevcut kadroya uyar mı diye düşünülmeden sırf günü kurtarmak için büyük ihtimalle kariyerli yabancı bir teknik direktörle anlaşılacak. Kadroda revizyona gidilecek ve kulübün sınırlı parası bir kez daha sokağa atılmış olacak.

Umarım böyle bir durum ortaya çıkmaz. Beşiktaş gerek yönetim gerekse de taraftar ve futbol takımı olarak birlik ve beraberliği sağlar. Daha sonraysa planlı hareket edilerek beklentileri karşılayacak bir teknik direktörle anlaşılarak kulübün duble yapılan sezonun ardından özlediği ve arzuladığı başarılara gelecek sezonlarda ulaşılması sağlanmış olur. 










26 Şubat 2011 Cumartesi

Sayın Schuster'e açık mektup!!..

Beşiktaş'la ilk anlaştığınız zaman Real Madrid gibi bir dünya devinden kovulan bir teknik direktör olduğunuz için Beşiktaş'a uygun olduğunuzu düşünmüyordum ve de başarısız bir sezon geçireceğinizden % 100 emindim. Ancak sezon başladıktan sonra ilk bir kaç maçta Mustafa Denizli döneminin tedbirli futbol oynayan takımını hücum karakterli bir takıma dönüştürme isteğinizden ötürü az da olsa umutlanmıştım. İlk bir kaç maçta da takım olumlu bir futbol oynayıp, iyi sinyaller vermeye başlamıştı. Ancak, sonra her ne olduysa takım kelimenin tam anlamıyla freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı son sürat gitmeye başladı. Bu kötü gidişe büyük umutlarla devre arasında transfer edilen Simao, Almedia ve Fernandes gibi isimlerde dur diyemedi.

Aksine kötüye gidiş daha da hızlanarak devam etti. Öncelikle  zorlanarak da olsa geçilir gözüyle bakılan Dinamo Kiev karşısında iki maçta da sahada gezinen bir takım görüntüsü çizilerek final hedeflenen UEFA Avrupa Ligi'ne veda edildi. Türkiye'de ise Spor Toto Süper Lig'de kendi saha ve seyirci avantajına rağmen ezeli rakip Fenerbahçe'ye 4-2 yenilerek lige de tam anlamıyla havlu atıldı. Elde teselli olarak sadece Türkiye Kupası kaldı. Türkiye Kupası alınsa bile büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Beşiktaş taraftarları teselli bulmuş olmayacaklardır.

Tekrar size dönecek olursak Türkiye'ye geldiğinizden beri son derece yanlış bir tutum sergilediniz. Herkes ile çatışmaktan çekinmeyen, tepeden bakan ve burnu büyük tavrınız yüzünden kısa zamanda herkesin antipatisini çektiniz. Bunun yanı sıra ''halkın takımı'' Beşiktaş'ı da antipatik hale getirdiniz. Her maçtan sonra ya da herhangi bir basın toplantısında yaptığınız saçma sapan açıklamalar da işin tuzu-biberi oldu. Bu açıklamalara örnek olarak hangi birini sıralayacağımı bilemiyorum. ''Türkiye'de 1960'ların futbolu oynanıyor'' şeklindeki saçmalığın daniskasını mı yoksa futbol dersi alınarak 4-1 ve 4-0'lık sonuçlarla elenilen Dinamo Kiev maçlarının ardından gelen ''Homurdanacak olan stada gelmesin'' ve ''Böyle bir mağlubiyetten sonra istifayı düşünmüyorum. İyi işler yaptığımı düşünüyorum'' şeklindeki komik açıklamalara mı yönelsem kararsız kalıyorum. Evet, Sayın Schuster Beşiktaş'ın teknik direktörü olarak iyi işler yaptınız. O konuda haklısınız ama rakipler için yaptınız bu iyi işleri. Sayenizde hücum karakterli bir takım olmasını beklediğimiz Beşiktaş, hücumda son derece etkisiz kalmanın yanı sıra son derece kolay ve amatörce goller yiyen bir takıma dönüştü. Böylelikle adeta rakiplerin ekmeğine de yağ sürülmüş oldu. Ayrıca, bir türlü bir takım olgusu oluşturulamadı ve de sadece yıldızların bireysel performanslarına bağımlı bir takım haline gelindi. Tüm bunların dışında geçmiş sezonlarda iyi oynamasa bile fizik kondisyon ve rakiplerine oranla daha güçlü kaldığı için çoğu maçı çeviren ve de kazanan Beşiktaş'ın da yerinde şu anda yeller esiyor.

Bir konu daha var ki bunu da sineye çekmem kesinlikle mümkün değil. Hiç kimse hele de Beşiktaş teknik direktörü unvanını taşıyan bir kişi büyük Beşiktaş taraftarına küfür etme haddini bilmezliğini gösteremez. Unutmayın ki siz bu ülkede misafirsiniz ve  gün gelecek geldiğiniz gibi gideceksiniz. Ancak, Beşiktaş ve onun büyük taraftarı sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.

Son söz olarak Sayın Schuster, her ne kadar kapı gibi bir sözleşme imzalamış olsanız da kendinizi daha fazla rezil etmeden daha da önemlisi Beşiktaş'a yazık etmeden görevinizi medeni bir şekilde bırakınız ve de geldiğiniz çöplüğe geri dönünüz. Auf Wiedersehen Herr Schuster!

11 Şubat 2011 Cuma

İddaa'da yeni hafta heyecanı başlıyor

12.02.2011 14:45

125 Manchester United-Manchester City Ü 1.75

12.02.2011 16:00

144 Sivasspor-Trabzonspor Ü 1.75

12.02.2011 20:00

250 Sochaux-Marsilya 2 1.95

13.02.2011 19:00

348 Standard Liege-Genk 1 2.00

13.02.2011 19:00

349 Ankaragücü-Beşiktaş 2 1.65

Toplam Oran: 19.71 

Biraz insaf sayın Başkan!!!...

Beşiktaş-Karabükspor maçında hakemin yaptığı bariz hatalara dikkat çekme ve hakemlerin kendilerini bu sefer geliştirmeleri için uygun ortam yaratılması için bir fırsat olarak kullanabilecek bir yönetici açıklaması ne yazık ki sözde futbol federasyonu başkanı tarafından yine algılanamadı. Sanki kendi bu tartışmanın merkezi ya da muhatabıymış gibi çok doğru bir açıklama yapan Beşiktaş yöneticisi Serdal Adalı'yı hedef alan bir açıklama yaparken hiç ama hiç utanmadı ve bir kez daha oturduğu makamın ağırlığı altında ne kadar ezilmekte olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Öncelikle hiç bir federasyon başkanı hakem hakkında konuşmamayı sportmenliğe bağlayıp bir kulüp başkanını göklere çıkarırken hakem hakkında konuşan bir yöneticiyi yerin dibine sokamaz. Futbol federasyonu başkanlık koltuğunda oturuyor olmak insana densiz ve en önemlisi hadsiz olma hakkını kesinlikle vermez. ''Hata yapan yöneticiler hiç yüzleri kızarmadan suçu başka yerde arıyor'' diyecek kadar ileri giderek asıl tartışılması gereken uzun süredir artarak devam eden hakem hatalarını görmezden gelmek ancak o insanın aczini gösterir. Hakem hataları artık ülkemizde kangren halini almıştır ve daha fazla gereğinin yapılması ertelenirse ilerleyen zamanda çok daha büyük sorunlara yol açacağı kesindir.

''Şampiyonluk yarışından erken koptukları ve kadrolarının kalitesine güvenemedikleri için konuşmaya başladılar'' gibi bir söylemde bulunmaksa futboldan da zerre kadar anlamadığının bir göstergesidir sayın Başkan'ın. Her ne kadar aldığı sonuçlarla bire bir örtüşmüyor olsa da şu anda Spor Toto Süper Lig'in en kaliteli kadrosu Beşiktaş'tadır. Lider ile puan farkının da 12 olduğu düşünülürse şampiyonluk yarışına henüz havlu atıldığı düşüncesinde değilim. Elbette alınacak seri galibiyetler ile tekrardan bu yarışa ortak olunacaktır.

Son olarak; Türk futbolunun Avrupa seviyesine gelmesi için öncelikle kurumlar arasındaki bu çatışmalara bir son verilmeli ve Türk futbolunun içinde yer alan her kurum ve bireyin elini taşın altına koyarak sorumluluk alması gerekmektedir. Yoksa, ülke futbolundaki yapısal bozuklukların ve sorunların çözümünün bulunması iyice zorlaşır hatta imkansızlaşır.

4 Şubat 2011 Cuma

Banko maçlar burada

04.02.2011 20:00

105 Bursaspor-Sivasspor 1 1.20

05.02.2011 14:00

123 Kasımpaşa-İstanbul Büyükşehir Belediyespor A 1.75

05.02.2011 16:00

145 Beşiktaş-Karabükspor Ü 1.35

05.02.2011 16:30

146 Köln-Bayern Münih Ü 1.30

Toplam Oran: 3.69